"Bütün iş, sevmesini ne kadar biliyorum, ne kadar bilmiyorum."

_

1 Aralık 2008 Pazartesi

Zaman

Zaman geçiyor. Nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil.

Onulmaz denen yaralar onuluyor.
Bitmez denen hikayeler bitiyor.
Her gün, her an, gizlide saklıda mucizeler gerçekleşiyor.
Zamanın şifalı nefesi üstümüzde esiyor.

Dönüşerek, değişerek, fani dünyada kendine karşılıklar bularak, Mehmene hep yanımda, benimle. "Bak, şimdi anladın mı beni?" diyor.

Anladım, diyorum.

Ama sen de merak etme, çünkü zamanın şifalı nefesi üstümüzde esiyor.

Gözünü açık tut, çünkü her gün, her an, gizlide saklıda mucizeler gerçekleşiyor.

12 Temmuz 2008 Cumartesi

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Aşk Halleri

St. Petersburg seyahatinden hemen sonra yapmayı planladığım Antalya tatilinden vazgeçip evde kaldım. Okul ve sezon açıkken sorumluluklar ve angaryalar yüzünden yapamadıklarımı yapıyorum, bunların başında Mehmene geliyor. Temmuz sonuna kadar ortaya elle tutulur birşeyler çıkarırım diye ümit ediyorum.

İlk işim, çok sevdiğim Fer' le uğraşmaya başlamak oldu. Bu sene edindiğim tecrübeler ve bilgiler ışığında, en başta bir solo kanun parçası olarak ortaya çıkan Fer' i, kanun, kemençe, ney ve yaylı sazlar için düzenliyorum. Bu müzik, albümün 6. parçası. Kardeşi için güzelliğini feda ettikten onbir ay sonra, Mehmene Banu' nun Ferhad' a rastlayarak aşık oluşunu anlatıyor.

O, maşuğunu ilk görüş anı.
O, dünyanın birden bire bir toz bulutuyla kaplandığı, kimin ne olduğunun unutulduğu, o çok kısacık an, bir an zerresi.
Mehmene' nin kendi sultanlığını, Ferhad' ın nakkaşlığını, ve hatta kendi çirkinliğini henüz hatırlamayacak kadar şok olduğu o ilk aşka düşüş anı. Kendi dilinden: "Vallahi ben vuruldum..."

Fer' i çalışırken, hep çok nazlı, çok nazik, kırılgan, masum birşey olarak düşündüm bu ilk aşık olma anını. Mehmene' nin Ferhad' a olan hislerini ikiye ayırıp iki müzikte anlatmaya çalışmıştım, bunlardan biri işin en içgüdüsel ve yakıcı yanını anlatan "Şehvet(Nâr)", öbürü de en ulvi ve uçucu yanını anlatan Fer.(Işık) Sonuçta istediğim saflığı, kırılgan ama umut dolu hali yakalayabildiğimi düşünüyorum. Ne var ki bu duygu, bu ümit etme, bu arzu etme, bu kırılgan beğenilme isteği, olayların sonrasını düşününce beni gerçekten üzüyor.

Sormak lazım, aşkın doğasında mutluluk var mı? Yoksa aşk dediğimiz, zaten imkansızlıklar ve mücadelelerden mi besleniyor? İnsan elde ettiği birine aşık olmayı sürdürebilir mi?

Galiba hayır, ama yine de olacağı, olabileceği ümidini kalbimizin bir yerinde taşımaktan asla vazgeçmiyoruz.

Bu da yetişkinlerin masalı. " Ya olursa? "

5 Haziran 2008 Perşembe

Nakış2

Nereye gitsem benimle :)

23 Mayıs 2008 Cuma

Ölmedim, yaşıyorum.

:)

24 Şubat 2008 Pazar

Nakış


O artık, kaşımdaki yara izi kadar benden. Ayrılmaz bir parçam benim.

Sevgi, aşk, fedakârlık, kendini sorgulama gücü, "öteki olma" nın ağırlığı, bilgelik, var olmak, yok olmak, kadın olmak, iktidar sahibi olmak, yine de kurban olmak, açık kalplilik, yüce gönüllülük, zayıflık, pişmanlık, beğenilme arzusu, fer, had, bir heyhât nidası, bir sükunet ninnisi, bizi saklayan maskeler, maskelerin arkasındaki gerçek ruhlar, kaybedilenlere bir ağıt, sunulan hediyelere bir gazel...

Hepsi ve daha nicesi, artık benim üzerimde silinmez bir iz.

Ve gerçek, mecaz da değil üstelik!

*****

* Burçak Demir' e teşekkür :)

18 Şubat 2008 Pazartesi

Haber




Sevil Akı söyleşisi,

www.herkesetiyatro.com' da.

:)

11 Şubat 2008 Pazartesi

Şehvet

Zifiri karanlık içinde, kütürdeyen bir nar gibi ateş, testiden akan şarap gibi yalaz, zindanda kırılan kemiklerin acı dolu tok sesi gibi şehvet.

O denli şehvet ki, yatağında akamazsa cümle ağaçları kökünden sökecek, cümle hayvanları boğup öldürecek. O denli şehvet ki, Mehmene Banu böylesine kalbi, beyni, bedeni dağlanarak ıstırap çekmektense ölmeyi isteyecek.

Ay Kız’ ın bedeni, susuz Arzen toprağı gibi kavrulurken. Kafasının içinde, insan kızları ve oğullarının en kadim tutkusu, sevdiğinin bedenine olan hasret, kara zehir saçan bir muska. Kalbini delip geçen, en kızıl ağıçiçeklerinin sapları. Mehmene Banu, öylesine tepeden tırnağa şehvet, öylesine derinden yükselen bir çığlık, öylesine yüksekten düşen bir yıldırım.

O denli şehvet ki, Mâh’ a, Ferhad’ dan başka hiçbir tenin tuzu fayda etmeyecek.

4 Şubat 2008 Pazartesi

Şartınız Kabulüm...

Bir olay, bir replik var ki, oyunun hem başında, hem sonunda tekrarlanıyor.

"Şartınız kabulüm..."

Değişen şu ki, birincisinde şartı kabul eden Mehmene Banu. Şart koyan, "Gelen" büyücü. Mehmene, Gelen' e "Şartın kabulüm" diyor.


İkincisinde kabul eden Ferhad. Şart koyan Mehmene Banu. Ferhad, Mehmene' ye "Şartınız kabulüm." diyor.

Değişmeyen şu ki, iki şart da Şirin için, Şirin uğruna konuyor ve kabul ediliyor.

Sultan ve nakkaş, aşık ve maşuk, muktedir ve muhalif, farkında olmadan ve fark edilmeden aynı safta yer alıyorlar. İkisi de Şirin' i seviyor, ve onun için akıl almaz büyüklükte bir fedakârlıkta bulunuyorlar.

Bu durum bana hep düşündürmüştür ki, Mehmene Banu' nun Ferhad' ı dağa yollama sebebi, sadece ona duyduğu çaresiz aşk değildir. Ay Kız' ın en büyük derdi, kardeşi için yaptığı fedakârlık ve bu yüzden çektiği acı. Pişman olma korkusu. Bu yüzden diyorum ki, belki de bir anlamda Ferhad' ı sınıyor. Kişisel bir mesele bile değil. "Benden başka biri de bu kadar büyük bir fedakârlık yapar mıydı?"

Dadı' ya sordu, istediği cevabı alamadı. Şirin' e sordu, "Pişman olur muydun?" diye, Şirin "Evet, olurdum." dedi. Ferhad' a koştuğu şartla, aslında ona da aynı soruyu sormuş oluyor: "Bu kadar büyük bir fedakarlık yapılır mı?" Ferhad' ın cevabı, Mehmene için o an değilse de uzun vadede rahatlatıcı olsa gerek. "Şartınız kabulüm..."

Evet, bu kadar büyük bir fedakârlık yapılır.

Evet, bir insan bu derece sevilebilir.

27 Ocak 2008 Pazar

Oyuncunun Sesi

Önce cümleleri ayırarak başladım.

Mehmene Banu' nun her bir cümlesini oyunun kaydından çektim, .wav dosyası haline getirdim.

Bu dosyaları da bir örnekleyiciye ( sampler ) yerleştirdim, midi klavyeye bağladım ve her bir tuşundan ayrı bir Mehmene cümlesi çıkan orjinal bir Mehmene Makinesi ürettim.

İlk deli uğraşım bu oldu.

Sonra, "Şehvet" için oyundaki bütün "Ferhad" deyişlerini ayıkladım. "Ferhad' ı" "Ferhad' a" lar da dahil, kullanılabilecek durumda 13 ayrı Ferhad tonlaması buldum.

Şimdi, kelimeleri de parçalıyorum. Anlamsızlaşana kadar. Sadece ses dalgalanmalarıyla ilgilenmeye başladım. Bana sorarsanız, bir müzisyen için bir şarkıcıdan çok bir oyuncunun sesi ilham verici olabiliyor. Zira şarkının sınırları öyle ya da böyle, bellidir. Çünkü şarkıda, müziği keşfetmeniz gerekmez, ortada, herkesin kullanımına açıktır. Oysa iyi konuşan bir oyuncunun sesinde müzik gizlidir. Bayılırım konuşmanın müziğine. Aslında amaç ezgi yaratmak değil ama ezgi kendiliğinden doğuyor. Başka, bambaşka bir müzik anlayışı.

İyi dinlemek lazım. Oyuncunun sesi insana nice kapılar açıyor.